Pandemide Terapist Olmak
Tüm dünyaya yayılan Covid-19 Pandemisi nedeniyle olağandışı günlerden geçtik, geçiyoruz. Yaşadığımız küresel salgın, yoğun bir stres kaynağı olarak her birimizin ailesini, işini ve yaşamını etkileyen, varlıklarını tehdit eden, sıkıntı verici niteliği olan bir travmadır. Bu örseleyici yaşam deneyimine bireyler, gruplar ve toplumlar sürecin farklı dönemlerinde farklı ruhsal tepkiler göstermeye devam ediyor. Bu bağlamda psikoterapistlerin de süreçten etkilenmesi kaçınılmaz oldu.
‘Mutlu bireyler, sağlıklı aileler ve huzurlu bir toplum için…’ sloganıyla yürüttüğü çalışmaları ile tanınan Aile Terapileri ve Terapistleri Derneği (TERAPİDER), pandemi dönemindeki psikoterapi süreçleri ile ilgili gündeme dair çarpıcı bir açıklamada bulundu. ‘Her salgın eski bir şeyleri siler, yeni bir hayat başlatır’ yaklaşımının korona virüs pandemisi için de geçerli olduğunu belirten TERAPİDER, konu ile ilgili yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi; “Aylarca evlere kapandık, sevdiklerimizle ancak cep telefonlarıyla iletişim kurabildik. Bırakın sarılmayı dokunamadık bile birbirimize. Belirsizlik ve çaresizliğin yarattığı panik atak, depresyon ve kaygı bozukluğuyla ilk kez tanışanlar olduğu gibi pek çok kişi, geçmişte deneyimlediği bu sorunlarla yeniden yüzleşmek zorunda kaldı. Bu artışa OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) vakalarını da ekleyebiliriz. Üstelik sadece hastalığın tehdidi ile değil, pek çok kişi yakınlarının hastalığı ya da kaybının yüküyle de başa çıkma zorluğuyla karşı karşıya kaldı. Alışık olunmadık biçimde sürekli evde maaile yaşama çabaları, aile içi çatışmaları ve huzursuzlukları zirveye taşıdı. Tüm bunlarla baş edebilme potansiyelimize göre birçoğumuz sevdiklerimizle ilgili korku ve endişe, uyku ya da yeme düzeninde değişiklikler, uyumakta ya da konsantre olmakta zorluk, kronik sağlık sorunlarının kötüleşmesi, alkol, tütün veya diğer ilaçların kullanımının artması gibi sorunlara maruz kaldık. Bu süreçte ruhsal hastalıklar bakımından; mevcut veya geçmişte ruhsal hastalığı bulunanlar, sağlık çalışanları, alkol ve madde bağımlılığı olan kişiler, gebeler, postpartum dönemdeki kadınlar (lohusalar), bilişsel bozukluğu olanlar, azınlık grupları ve yaşlı kişiler daha büyük sıkıntılarla yüz yüze kaldı. Üstesinden gelmek için çeşitli yollar denesek de pek çoğumuzun imdadına terapiler ve terapistler yetişti. Yüz yüze seansların yerini de çoğunlukla online seanslar aldı.’’
TERAPİSTLERİN DE YÜKÜ ARTTI
Pandemi döneminde tüm sağlık çalışanlarının olduğu gibi terapistlerin de yükünün arttığını belirten TERAPİDER Genel Başkanı Uzm. Dr. Taner CANATAR da konu ile ilgili yaptığı açıklamada; “Terapistler olarak bizler de süreçten kendimize düşen payı aldık kuşkusuz; covid geçirdik, yakınlarımızın hastalığı ya da kaybı gibi insani süreçlere maruz kaldık, karantina ve izolasyon girdabında debelendik. Beklenti ile var olan arasındaki uyuşmazlığın zirve yaptığı bu dönemde bizim de yükümüz arttı haliyle. Seanslardaki kaygı ve depresif duygu durum yoğunluğunun artmasına rağmen dış dünyadaki etkileşimler karantinayla kısıtlanınca, bireyin olduğu gibi terapinin de kendini gerçekleştirme alanı daralmış oldu. Bireyin kendisiyle ve bir ötekiyle ilişkisini iyileştirebiliyoruz ama etkileşime gireceği sosyal alanlar kullanıma kapalı. Böyle bir zorluk da bulduk karşımızda. Ne zaman biteceğini bilmediğimiz pandemi koşulları, sıkılsak da bunalsak da şikayetçi de olsak pandemi boyunca normalimiz oldu. Elbette bir terapistten kendi sorunlarını fark edip etkin çözümler üretebilmesi beklenir. Bununla birlikte mesleğimizi, sürekli terapist koltuğunda bulunarak danışan koltuğuna oturmadan, başka bir terapistten ya da bir meslek büyüğümüzden alternatif bakış açısı ve geri bildirim almadan sürdürmek etik olmadığı gibi sağlıklı da değildir. Danışanlarımıza rehberlik edebilmek için kendi gerçekliğimize, kendi iç dünyamıza bakma cesaretini sürekli diri tutmamız şarttır. Ruhsal dünyası üzerine çalış(a)mayan uzmanlar, kendi ‘mutluluk’ ideallerini danışanlarına dayatarak onlara şifa veremezler. Çünkü kendimizle temas kuramazsak bir ötekiyle kurduğumuz temas epey güdük kalır. Burada Jung’un şu sözünü de hatırlayalım; “Yarası olmayan şifacı/iyileştirici olamaz çünkü gerçek iyileştirici güç yaranın kendisinden gelir. O halde mesele yara değil, o yarayı görme cesareti ve onu dönüştürebilme becerisidir.” dedi.