Kadınlara Yönelik Ayrımcılık Ve Şiddet Sağlıklı Bir Toplum Oluşmasında En Önemli Engeldir!
Şiddet; kadının fiziksel, ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine, acı çekmesine, onurunun zedelenmesine, özgüvenini yitirmesine ve kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine yol açan bir eylemdir. Ortaya çıkışı insanlık tarihi ile paralel olan şiddetin,sınır tanımayan bir insan hakları ihlali olarak geçmişten bugüne varlığını sürdürdüğünü belirten Aile Terapileri ve Terapistleri Derneği (TERAPİDER) Genel Başkanı Psikoterapist Uz. Dr. Taner CANATAR; “Evrensel bir kavram olan şiddetin en yaygın görülen biçimi erkeğin kadına ve çocuğa karşı uyguladığı aile içi şiddettir. Her açıdan yıkıcı olan bu eylem, kadınları değersizleştiren ve onları ikinci planda tutmayı hedefleyen ataerkil sistemle yakından bağlantılıdır. Bu konuda bir şey yapmamak hem suça ortak olmak hem de şiddetin temel nedenlerinden biri olan kadın erkek eşitsizliğini desteklemek demektir. Genellikle bir bütün olarak yaşanmakla birlikte fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet olmak üzere dört alt boyutu bulunmaktadır. Temel kaynağı ise kadın ve erkek arasındaki ataerkil toplum yapısından kaynaklanan asimetrik güç ilişkisi yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Bu cinsiyet eşitsizliğinin sonucunda da kadınların çoğu maalesef yaşamları boyunca en az bir kez baba ya da koca şiddetiyle karşı karşıya kalmaktadır. Ancak gelenekler, kadının statüsünün düşük olması ve ekonomik özgürlüğünün olmaması gibi nedenlerle çoğunlukla gizli tutulmaktadır. Şiddete maruz kalan kadın, uğradığı şiddeti en yakın kişilere dahi anlatmaktan çekinmekte, durumun başkaları tarafından bilinmesini istememektedir. Şiddetin açığa vurulması halinde de genellikle şiddet mağduruna yardım etmek yerine aile birliğinin devam etmesi adına sessiz kalması tavsiye edilmekte ya da kadın suçlanmaktadır. Kadınlar ilk yıllarda eşlerinin değişeceğine inanmakta, daha sonraları da çevre baskısı, ekonomik nedenler, korku, meslek sahibi olmama gibi gerekçeler yüzünden sessiz kalmakta ancak şiddet çocuklarını da kapsadığında yardım aramaya karar vermektedirler. Her ne sebeple olursa olsun, aile içinde yaşanan şiddet; hem uygulayanı, hem maruz kalanı, hem de bu şiddetin tanıklarını ayrı ayrı olumsuz etkilemektedir.” dedi.
Ülkemizde ve diğer ülkelerde, öğrenim düzeyi düşük olan kadınların daha çok aile içi şiddete maruz kaldığını vurgulayan TERAPİDER Genel Başkan Yardımcısı Öğr. Gör. Uz. Dr. Aydan AKSÖYEK ise açıklamasında; “Şiddetle karşılaşma, kadınların ruh sağlığında ve yaşam kalitesinde bozulmalara, sakatlıklara, depresyon, intihar, anksiyete, ilaç-alkol bağımlılığı, travma sonrası stres bozukluğu gibi ruhsal sorunlara, hatta uzun dönemde bakım vermiş oldukları çocuklarının ruhsal gelişimi üzerinde de olumsuz etkilere neden olmaktadır. İlişki sorunları ve psikolojik sorunlar; işsizlik, yoksulluk gibi ekonomik sıkıntılar, çocukluk yaşantılarında şiddet görme veya tanıklık etmiş olma, çocukluk çağı istismarı, eşte alkol-madde kullanım bozukluğu veya ruhsal hastalık varlığı, kadın ya da (özellikle) erkeğin ailesinden kaynaklanan sorunlar, kıskançlık, başka kadın ya da erkekle ilişki gibi başlıklar şiddet riskini arttıran nedenler olarak öne çıkmaktadır. Öte yandan, yasal boşluklar, göçler, doğal felaketler gibi durumlar da şiddet riskini arttırıcı faktörlerdir. Kadınların aileye kocalarından daha fazla gelir getirmesinin kadına yönelik aile içi şiddet riskini en az iki kat arttırdığı saptanmıştır. Artan eğitim, yüksek sosyoekonomik düzey ve resmi evliliğin varlığını ise koruyucu etmenler olarak tanımlayabiliriz. Bununla birlikte kadınların maruz kaldıkları şiddeti algılama, yorumlama ve onunla baş etme biçimleri de farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların belirleyicileri ise o toplumun dini, siyasi ve sosyal düzenlemeleri ile kadının toplumdaki konumudur. Kadına yönelik aile içi şiddetin önüne geçilebilmesi için eğitim, güvenlik, sağlık, sosyal hizmetler, hukuk, sivil toplum kuruluşları ve medya alanlarını kapsayan oldukça geniş ve bütüncül bir politika izlenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu bütüncül yaklaşım doğrultusunda, eğitim birincil öncelik olmalıdır çünkü eğitim, kadınların öz saygılarının gelişmesine yardım eden, kendilerine güvenlerini artıran, yeni seçeneklerin farkına varmalarına ve rasyonel kararlar verebilmelerine yardımcı olan önemli bir etkendir. Eğitim kapsamında hem okul çağındaki çocuk ve gençlere bu konuda bilinç kazandırılması hem de yetişkin kadın ve erkeklerin aile içi şiddet, etkileri, iletişim becerileri ve şiddetin engellenmesi gibi konularda bilgilendirilmesi gerekmektedir. Uygulanan her türlü şiddetin sağlıksız bireyler yaratacağı, sağlıklı ve refah bir toplumun ise ancak sağlıklı bireylerden oluşabileceği de asla unutulmamalıdır.” dedi.